Despise – Kibrin Laneti
-
Despise’a ilk girdiğimde yalnızlık başka türlü vurdu. Hani bazı yerler olur, duvarları çöküktür ama bir şekilde hâlâ izleniyormuşsun gibi hissedersin ya... işte öyle bir yerdi burası. Taş rutubetliydi ama taze kesilmiş gibiydi, sanki duvarlar nefes alıyordu.
Giriş katı sessizdi. Arada birkaç kırık iskelet, devrilmiş maden arabaları… ama bir ses vardı hep. Derinden gelen bir uğultu, taşın içinden geliyor gibiydi. Sanki birinin adı unutulmuş ama sesi unutulmamıştı.
Sonradan öğrendim. Cairn adında biri varmış bir zamanlar. Taş ustasıymış. Blackthorn’un bizzat emriyle büyük ocaklar açmış. İsmini duymayan yokmuş. Ama mesele şu ki, kendini fazla ciddiye almış. Bir gün kendi adını taşıyan bir sunak dikmiş. Üzerine de krallar gibi yazılar kazımış. Blackthorn bunu duyunca onu, elleriyle oyduğu en derin madene zincirlemiş. Sürgün değil, bildiğin gömmüş adamı.
Ama burası Despise. Taş burada unutmaz. Ve unutulmayan şeyler, ölü kalmaz.
İlk katta fazla bir şey olmadı ama ikinci kata indiğimde büyünün kokusu değişti. Bazı odalarda havada bir titreşim var gibiydi. Gözle görünmez ama derini yakıyor. Kazı izleri var duvarlarda. Taşın içinden başka şeyler çıkmış. Bazı semboller tanıdık değil. Rün gibi duruyor ama değil. Konuşur gibi susuyorlar.
Asıl şok üçüncü katta geldi. Büyük bir göl odası var. Ortasında adaya benzeyen bir yükselti. Tabanında çatlaklar, lav değil ama içten gelen bir sıcaklık var. Sanki zemin bile diken üstünde. Sessizliğin bir ağırlığı var orada. Sanki biri hâlâ oturuyormuş da, seni duymamak için gözlerini kapatmış gibi.
Ve orada... taş başka davranıyor. Adım attığın yerde yankı geri dönmüyor. Bir an kendini unutur gibi oluyorsun. Neden orada olduğunu. Ne aradığını. Sonra bir ses geliyor duvardan.. yerin kendisi konuşuyor. Biri hâlâ bekliyor orada. Kimse onu çıkarmaya gelmiyor ama o hâlâ orada.
Şimdi ne zaman Despise adı geçse, gözümde maden değil, bir mezar canlanıyor. Ama ölülerin değil. Hatıraların. Ve içeri girersen, kendi hatıran bile orada kalabilir.
